3 Eylül 2008

termodinamikte aşk ve ölüm

aşk filmi gibi başlık attık. sanki termodinamik paris'imsi bir aşk şehriymiş gibi oldu ama onu geçin, burda daha önemli şeyler var.

sevgilisinden ayrılıp da zombi gibi dolaşanları teselli etme meraklısı tipler vardır. ben de zaman zaman o meraklılardan biri oluyorum. böyle zamanlarda
boşver ya sana sevgili mi yok demek hala işe yarıyor mu bilmiyorum ama benim aklımda daha farklı şeyler var. 

lise 1'de tüm sayısal derslerden kalan ben, bu zayıf derslerim içinde en zayıfı (0) olan fiziğe bağlayacağım mevzuyu. lise 1 karnesini ilme referans olarak kabul edecek kadar türk maarif sistemine güvenenler varsa buradan sonra okumayı bıraksınlar, biz diğerleriyle devam edelim.

termodinamik, enerjiyle ilgilenen çok manyak bir bilim dalıymış. bunun en mühim kanunlarından biri diyor ki: evren düzensizliğe eğilimlidir. bu kanun buzun erimesinden tutun, ergen odalarının asla toplu durmamasına kadar gider; giderken biraz zorlarsak yolunu aşktan bile geçirebiliriz. hiçbir ilişkiye bitsin diye başlanmıyor ama bu ilişkiler de illa biteceğim diye çırpınıyor malum... bu, düzensizlik eğilimine bir örnek. aynı şekilde terkedilen kişinin kendini dağıtması ve nihayeten aşk acısının da dağılıp gidiyor olması düzensizliğe eğilimin birer göstergesi. öyleyse doğaya karşı gelmeye lüzum yok, dünya düzeninin düzensizliği gerektirdiğini kabul edip ona göre yaşamak lazım. ilişki başlıyorsa bitecek, acı başlıyorsa geçip gidecek. böyle zamanlarda çocukları ölen insanları düşünüyorum. birileri sevdiği adamdan ayrıldığı için ben bittim diye feryat ederken başka birileri kendi içinden çıkardığı çocuğunu toprağa veriyor. üstelik farkında mısınız, neredeyse hiç kimse vedalaşarak ölmüyor. eve doğru yürürken, akşam evde film izleme planları yaparken, kaçan topun peşinde koşarken ölünüyor. insan sevdiği filmin bir sahnesiyle kendinden geçecek kadar, topu yakalamak için kendini harap edecek kadar hayata bağlıyken ölüm geliyor, her şeyi alıp götürüyor. o yüzden sinemaya da topa da bağlanmamak lazım, aynı şekilde herhangi bir insana da. hiç gitmeyecek sandığınız, her nefesine şahit olduğunuz biri iki sene sonra bir yabancı oluyor, belki sizden birkaç saat önce aynı kapıdan geçtiğinden bile haberiniz olmuyor. herkesin acısı değişiyor, derdi değişiyor. gelmiş geçmiş tüm karakterlerin derdini sekiz karaktere sığdıran bir söz var ki, ömer bunu her gün yeniden duymak için birini görevlendirmiş. bizim görevlendirecek kimsemiz yok, kendi işimizi kendimiz görelim;

"ölüm var."

2 Eylül 2008

türk'ün blogu

bu blogu oluşturma fikrinin nerede aklıma geldiği konusunda açıklama yapmamın pek hoş olacağını düşünmüyorum. ama eminim her türk, bir önceki cümlede ne demek istediğimi daha bu cümleye geçmeden anlamıştır. anlamayan varsa da tuvalette tekrar düşünsün, kesin anlayacaktır.

günlerden bir gün
blog ne ya diye aval aval
etrafa bakınırken kadim dostum nezorepla'nın yeni bloguyla karşılaştım. itiraf edeyim ki aklımdan ilk önce "lan bu mal bile blog kurmuş, ben daha ne olduğunu bilmiyorum" gibi bir cümle geçti. bu esnada blog kurulur mu, açılır mı, oluşturulur mu ondan bile emin değildim. ama olsundu, ne pahasına olursa olsun ben de bir blog -kuruluyor mu başlatılıyor mu naapılıyorsa ondan- yapmalıydım. baktım ki bir pahası da yok, "ooo" dedim "blog lüks değil ihtiyaç artık!"

aslında nezorepla'nın blogunu görmemden sonra alaturka tuvalet seansıma kadar en azından 2 ay geçti. gel gör ki görsel deneyimler parlak fikirlerle birleşmeden bir boka yaramıyor. bu boka yarayışın da yine bok aracılığıyla oluşu hayret verici. neyse ki yer yüzünde hala alaturka tuvalet (
tuvaalet) diye bir şey var da vefalı genlerimiz bu nadide mekanlarda
aklımızı hala tetikliyorlar.

alaturka tuvalete girmek bu dönemde pek tercih edilir bir şey değil. benim de girişim tercih ettiğimden değildi, ama gördüm ki zaman zaman insan kendini yenilemek için alaturka olana girmeli. türk usulünü frenginkine tercih etmeli. frenk gibi değil, türk gibi düşünmeli. bu beylik cümleleri frengin icadında yazmak da kaderimiz artık... kültür çeşitliliğine katkıları olsun.

neyse işte... alaturka tuvalet rahatsız, sıkıcı, tehlikeli bir yer. ayrıntılardan uzun uzun bahsetmeye gerek yok. yazanlara soruyorlar ya bu şarkı nasıl çıktı, bunları nasıl yazıyorsunuz falan diye; "
yazmak için geceleri yaşıyorum", "36 tane ülke gezdim öyle yazdım", "bu kitap için 40 rahibeyle yattım" gibisinden mal mal konuşacak değilim.
tuvalette aklıma geldi arkadaşım!